10 Mayıs 2016 Salı

KALEM SIRÇASI

KALEM  SIRÇASI


kalem ile ilgili görsel sonucu
 
 
Kalem Kuran-ı Kerimin bir ayetinde ' Yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz mürekkep olsa ve denize yedi deniz daha katılsa yine Allah'ın kelimeleri bitmez ( Lokman Suresi 27).' Buyrulmaktadır ayrıca bir surede ' Nun ve' l kalem' ayetiyle başladığı için kalem suresi diye anılır.
Kalem her şeyden önce ilmin temelidir.
Hüsn-i hat' ta her bir yazı çeşidine kalem tabir olunur. Levh-i mahfuzda olacak şeyleri yazan bir ilahi kalem vardır . Allah herşeyden önce levh ile kalemi yarattı.
Tasavvufa göre Levh , tanrının bilgisi; kalemde iradesidir. Bu yüzden kaleme akl-ı kül veya akl-ı evvel diyenler de vardır.
Eskiden kalem olarak kamış divitler kullanılırdı. Bu kalemler boğumlu olup içleri eğridir. İçinde nal denen eğri saçaklarda bulunur. Kalemin içi yazılacak bir çok hadise ile doludur. Kalemin ucu çatal olduğu için iki dillidir. Daima dili kesilir . Dili kesildikçe düzgün konuşmaya başlar. Ucunda biriken bir mürekkep ile yaş dolu gözü andırır .
Kalem kara mürekkep içinde olduğu için aşığa benzer. Aşık da sevgilinin kara saçı, beni, kaşı, gözü vs... içinde kendini kaybetmiş kara yaslar etmektedir. Sevgilinin boyu da düzgünlük ve belindeki boğum yani incelik nedeniyle kalem gibidir.
Sevgilinin kaşı da şekilce kaleme benzer. Yine sevgilinin saçı bazen kalem olarak ele alınır. Bu durumda ben de o kalemden damlamış bir damla mürekkep olur. Yine aynı kalem nokta nokta yani çizgi çizgi ayva tüylerini de yazmış olur .
Hathatların yazacakları yazıya göre ve çeşitli kalınlıklarda çok saydıda kalemleri vardır . Kamış kalemlerin Cava kalemi, Hint kalemi, Celi kalemi çeşitleri vardı.
İslamiyette kalem, yazı gibi ilahi bir lütuf olarak kabul edilmiştir. Hathatlar kalem açarken çıkan yongaları herhangibir yere atmaz, toprağa gömerlerdi. Bunun sebebi kalem adının Kur'an'da geçmesidir.
Ömürlerince açtıkları kalemlerin yongalarını toplayıp ölünce sularının bunlarla ısıtılmasını vasiyet eden hathatlar olduğuda yazılmıştır.
Hathatlar arasında kalem kullanışlarına göre isim alanlar da vardır : Simin kalem-Yusuf, Ahenin kalem- Süleyman, Zerrin kalem - Hüsammeddin gibi ...
Eski harflerle yazılan yazı çeşitlerinden her biri: Sülüs kalemi, reyhani kalemi, küfi kalemi vb.
Kalem sırçası : Kamış kalemlerinin üzerindeki parlak mine.
Kalem tepsisi : Kalemleri koymaya mahsus dar ve uzunca tepsiye verilen addır.
Kalemdan : Kalem koymaya yarayan kutu. Arapçası 'mikleme' dir.
Kalemgir : 'Yazıya elverişli 'demektir. Yazı yazılırken kalemin kağıda sürtünmeden  kolaylıkla yürümesi. Kağıtların kalemgir olması için üzerlerine ahar ve tıla sürülürdü.
Kalemkeş : Eski yazma kitapların veya yazı levhalarının kenarına yıldız veya mürekkeple çizgi çizen kişi.
Kalemin ehemmiyetine belirtmeye çalışırken, onunla ilgili, Türkçeye girmiş kelime ve tabirlerden bir kısmını manalarıyla sıralayan :
Kalem buyurultusu : Eskiden müsvedde yerine de kullanılan bir tabirdir.
Kaleme gelmemek : Mecaz yoluyla tasvir ve ifadesi mümkün olmamak yerinde kullanılır.

Kendi bazen gelir amma sözü gelmez kaleme
                                                                              Muallim Naci

Erbab-ı seyf ü kalem : Askerliği meslek edinenlerin edib olanı.
Kalem rev : Bir hükümdar veya devletin emrine tabi olan yer .
Kaleminden kan damlamak : Düzeltilmeye lüzum görülmeyecek kadar düzgün veya güzel yazı yazanlar hakkında kullanılır.
Fasihü-l-kalem : Yazı sanatında elinde fena harf çıkmayan, daima iyi yazan hattat.
Kalemi lisanında fasih : Fazla konuşmadan yazıyla meşgul olan hat.
Kalemen yazı ile ,tahriren.
Kalem böyle çalınmış : Kader böyle yazılmış.
Kalem tartmak : Yazı yazmak .
Türkçede kalem kelimesiyle yapılmış daha pek çok deyim ve tabiri vardır. Ayrıca kilk ve hame kelimeleri de kalem manasına gelmektedir.

Arz-ı halin neyle tahrir eylesin gönlüm sana
Bu meseldir kim divaneye biganedir
                                                                                        Necati

Kalem kelimesi etrafında kurulan teşbih ve mecazlar içinde parmak, kirpik, göz, zülüf, yüz, boy, gönül dili, güneş, hilal, şihab, devran, nihal, mizab, vs. kelimelerin önemli yerleri vardır.

Her kalem ki Ahmed anı çekdi boyun vasfı-çün
Ney şeker diyüp ani gülşen-i defterde kodu
                                                                                       Ahmed Paşa

Zahiri rast olup batını kimin lec ise
Kalemim gibi kalem kıl dilin andan iki dil
                                                                                       Necati

Ahmed düşer kalem gibi devda-yı zülfüne
Kim ilden ile bir-ser ü saman olup gider
                                                                                        Ahmed Paşa

HÜMA VÜ HÜMAYUN

HÜMA VE HÜMAYUN

Devlet kuşu, talih kuşu, cennet kuşu Kaf dağında Okyanus adalarında veya Çin'de yaşadığına inanılan efsanevi bir kuş.
Serçeden biraz büyük, yeşil kanatlı, sarı gagalı, boz saksağanını andırır bir kuş.
Eskiden bir meydanda hüma uçulur ve kimin başına konarsa o kişi padişah olurmuş. Bu bakımdan hüma bir devlet kuşu olarak bilinir.
Yine hüma göklerde uçunca gölgesi kimin başına düşerse  o kişi ilerde padişah olurmuş. Bu kuşun ayaksız olduğu ve dirisinin ele geçmediği söylenir. Kemikle beslenir ve hiçbir kuşu incitmezmiş. Edebiyatımızda refah, kudret ve mutluluğa giden bir baht açıklığının sembolü olarak anılır.
Çok zaman Anka veya Simurg ile karıştırılmıştır.
Hüma kelimesiyle birçok terkipler yapılmış olup hemen hepsinde talih ve baht açıklığı ile ilgili düşünceler hakimdir (hüma-pervaz, hüma-paye, hüma-saye vs.).
Hüma divan şiirindeki sevgiliyi andırır.
Sevgili de hangi aşığına iltifat ederse o devlete ermiş. Hüma-yığ, beyza-yığ din tamlaması Peygamberimiz için kullanılan bir değimdir.

Nice tayyar o sebuk-pay-ı cihan-peyma kim
Ana hem-per olamaz hiç ne Anka ne Hüma
                                                                                            Nef'i
Der i devlet- meabı hırmen-i kısmet iken halka
Niçin bilmem hüma eyler tenezzül üstühan üzre

                                                                    Ziya Paşa
Bu şiirler de görüldüğü üzre hüma ile ilgili benzetmeler ve hüma kuşunun adı çokça zikredilmiştir.
Hüma kuşu edebiyatımızda yeri büyük bir kuş türü olup efsanevi özellikleri olan şairlerin sıkça kullandıkları önemli bir unsurdur.
İran ve Türk edebiyatlarında klasik mesnevi konusu.
Aşk mesnevileri içinde sağlam bir yeri olan Hüma ve Hümayun hikayesinin konusu kısaca şöyledir:
Arap ülkesinde Huşeng adında bir hükümdar vardı. Çocuğu olmayan Huşeng uzun müddet dua eder ve Allah ona bir erkek evlat verir. Adını Hüma koyarlar. 15 yaşına dek türlü hüner ve ilimle yetiştirilir. Hüma ava çıkmayı çok sevmektedir. Yine bir av yolculuğunda bir köşke girer. Buradaki resimler arasında Çin fağfurunun kızı Hümayun'un resmi de vardır. Orada Hümayun'a aşık olur. Şehzadenin kendisiyle yaşıt olan Behzad adlı bir arkadaşı ve sırdaşı vardır. İkisi birlikte Hümayun'u aramak üzere yola çıkarlar tehlikeli bir gemi yolculuğundan sonra çok güzel bir ülkeye varırlar.
.................................
 Bu hikaye uzun bir hikaye olup sonunda ikisi birbirine kavuşurlar ve hikayede sırlarla dolu gizemli olaylar gizlidir.



 
huma kuşu ile ilgili görsel sonucu

9 Mayıs 2016 Pazartesi

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

Dede  Korkut edebiyatın çok önemli kaynakları olup anlatıla gelmiş bir çok hikayeye göre çok daha değerli sayabileceğimiz muhteşem eserlerdir.
Oğuz Türklerinin diğer Türk boylarıyla yada Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait  destani hikayelerdir. Halk arasında söylene söylene XIV. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Hikayelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikayelerinin biri Almanya'da Dresden Kütüphanesinde diğeri Vatikan'da olmak üzere iki yazma nüshası vardır.
Dede Korkut'un kişiliği üzerinde yeterli bilgimiz yoktur.
Korkut Ata adı ile de anılır. Dede Korkut söylentilere göre Oğuzların  Bayat boyundan Kara Hoca'nın oğludur. Onun  IX. VE XI. yüzyıllar arasında Türkistan'da  Sir-Derya nehrinin Aral gölüne dönüldüğü yerde doğduğu Ürgeç Dede adında bir oğlu oldu. Oğuz Türklerinden büyük saygı gördü. Bu belgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği hikayelerden anlaşılmaktadır.
Dede Korkut Hikayelerinin özellikleri ;
Dede Korkut Hikayeleri on iki hikaye ile bir önsözden oluşmaktadır.
Hikayelerde olaylar nesir kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir.
Yine arı bir dil kullanılmış olağanüstü olaylar yer verilmiştir.
Türkçe canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikayelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır.
Dede Korkut'un Türkler arasında ağızdan ağıza dilden dile dolaşan hikayelere XV. yüzyılda Akkoyunlular Devrinde Dede Korkut kitabı adıyla bu kitapta toplanmış,böylelikle sözden  yazıya dökülmüştür.
Bu hikayeler Türk ruhuna Türk düşüncesine Türk kültürüne ve hayat tarzına ışık tutan belgelerdir.
Dede Korkut Oğuz Türklerini onların inanışlarını yaşayışlarını gelenek ve göreneklerini yiğitliklerini sağlam karaktere ve ahlakını ruh enginliğini saf, arı ,duru bir Türkçe ile dile getirir.
Hikayelerdeki şiirlerde çalınan kopuzların kıvrak ritmi yanık havası vardır. Dede Korkut'un kahramanları iyiliği ve doğruluğu öğütler .Güçsüzlerin, çaresizlerin her zaman yanındadır.
Tok sözlü sözlerinin eridirler. Türk Dede Korkut hikayelerinin edebi değeri ve milletinin birlik ve beraberliğinin milli dayanışmayı, el ele tutuşmayı öne çıkarır.

Dede Korkut hikayelerinin edebi değeri ve içeriği;
Türk Edebiyatının en önemli eserlerinden birisi on iki hikayeyi içine alan Dede Korkut kitabıdır.
Bu eser üzerinde yerli ve yabancı araştırıcılar tarafından yüzlerce çalışma yapılmıştır. Eserin iki önemli yazması bulunmakta olup bunlar Almanya'nın Dresden şehrinde ve Vatikan'dadır.
Bir giriş ve on iki hikayeden oluşan Dede Korkut hikayelerinin konusu da çeşitlilik göstermektedir.
Bunlardan birinci' Dirse han oğlu Boğaç Han ' ve on ikinci ' İç oğuzun dış oğuza asi olup Beyrek'in
öldürülmesi. Hikayelerde oğuzların kendi aralarındaki mücadeleler anlatılmaktadır.
       
 
 
 
dede korkut hikayeleri ile ilgili görsel sonucu
 
 
 
 

SEMBOLİZM

SEMBOLİZM

19. yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına , izlenimlerine önem vermiyorlardı. Onlar için önemli olan gerçekçi düşüncelerdi.
Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa , insanın iç dünyasına yönelmişlerdir.
Onlara göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, eğer semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.
Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir, çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.
Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma , çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.
Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli öğesi durumundadır. Parnasyenlerin genellikle ' sone' nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir. Türk edebiyatında roman alanında sembolist eserlere Mehmet Rauf'un Eylül romanı örnek gösterilebilir.
 Sembolizm ezoterizmde ise evrensel bilgi ve hakikatlerin basit ve sade öğelere indirgenerek ifade edilmesidir. Sembol, kimi sözlüklerde daha soyut bir şeyi anlatmaya yarayan daha somut şey ya da evrensel yasa, ilke, bilgi ve fikirleri açıklayan işaretler olarak tanımlanır. Bir sembol, anlatmak istediği şeyi en kesin, en belirli, en sade, en doğal şekilde ifade eden işarettir. Sembol sözcüğünün kökeni, eski Mısır dilindeki symbolon sözcüğünün Grekçe'ye geçmiş hali olan symballein fiilidir, birlikte tartışmak, birlikte birleştirmek, bir arada toparlayıp bağlamak anlamlarına gelir. Latince'de symbolum biçimine dönüşmüştür.
Kimi hakikatlerin o hakikatleri öğrenme liyakatine ulaşmamış kişilerden gizlenilmesi gereği .Bunun üç temel nedeni şunlardır. Gelişim düzeyi geri, dogmatik insanların hakikatlere ait bilgileri açıklayan hikmet sahiplerine karşı her devirde tehlikeli, tutucu tepkiler göstermiş olmaları.
Hakikatlere ait bilgilerin o bilgilere gereksinimi olmayanlardan, yani gelişim düzeyleri gereği, gelişim gereksinimleri henüz bu yolda olmayanlardan ve o bilgilerin taşıdığı enerjiyi kaldıramayacak olanlardan saklı tutulması. Çünkü hakikatlere ait bilgiler bu enerji yüklerini henüz kaldırabilecek kapasite olmayanlardan, sembollere büründürülerek gizlenir.
Hakikatlere ait bilgilerin ehil olmayan ellere geçmesi tehlikesi . Hakikatlere ait kimi bilgiler bir tür silah gibidir, ehli ve iyi niyetli olmayanların ellerine geçmemesi gerekmektedir. Hakikatlere ait bilgilerin avam-ı beşer tarafından bilinmesi gereken kısmının, onların anlayabilmesi için daha sade daha basit kalıplara indirgenmesi ait bilgilerin toplanması arz edilir.


8 Mayıs 2016 Pazar

AHMET MUHİP DRANAS

AHMET MUHİP DRANAS

Genelde şairler hakkında pek bilgimiz yoktur ve  onlar hakkında bilgilere genellikle kendilerini hatırlatacak şiirleri ile tanırız.Onların hayatımızdaki yeri çok değerlidir.
Sanki çok zor bir anda kendimizi onların şiirlerinde bulur kendimizi o şiirlerle teselli eder ve o mısra mısra yazılmış cümlelerde kendimizi ifade ederiz.
Öyle ki  Ahmet Muhip Dranas da tıpkı bir çok şiiriyle bir çok insanın hayatına çıkış kapısı açmıştır.
İşte o bilindik güzel şiirlerinden biri de Fahriye Abla şiiri olsa gerek.
Bu şiiri nedendir çok sevdim. Sevmemin sebebi şairin ele aldığı konu mu?
Hayır değil konu çeşitlilik gösterebilir netice de peki o zaman ne olabilir?
En önemli ve genelde okuyucuyu saran veya sarmayan tarafıyla bir şairin yapmış olduğu üslup ve onu kullanmadaki kabiliyetidir.
Nasıl ki insan kendini sözlerle ifade eder ve edemediği tarafı en çok da içinde kalıp da söyleyemediği tarafıdır.
Şair de ne mutlu ki ona bunu başardı ve söylediği her söz de kendimizi ifade edebilme mutluluğu bizlere yaşattı.O içinden geçirdiği sözlerin kılavuzluğunu yaparak milyon tane insanın duygularına hissettiklerine tercüman oldu. O mükemmel şiiri bu işte :

FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar.
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar,
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen !
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla,
Ne güzel komşumuzdun sen , Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi,
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede,
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede ;
Bahçede akasyalar açardı baharla,
Ne şirin komşumuzdun sen , Fahriye abla!
                                                               . . . . . .
Şiir devamında da sürekli her mısra da Fahriye adındaki kişiyi bir çok  güzel benzetmeler içinde alarak ifade etmiştir. Şiirin bütününde Fahriye abla adındaki komşusuna övgüler yağdıran şair bir yandan da aslında Fahriye'ye olan aşkını ifade etmeye çalışmıştır.
Onun yüzünün güzellik unsurlarını o kadar güzel ifade etmiştir ki.;
kaşları, güzel uzun saçları ve bakışlarında bile bir mana bir başka güzellik sezdirir.
Şiir devamında da nereli olduğunu bilen şair Fahriye ablaya övgüler yağdırmayı bırakır ancak bu sefer de kaldığı, doğduğu yere övgüler yağdırır ve onun memleketini yüceltir.
Şiirin ana önemli tarafı benzetmeler şöyle dursun sıcaklığını hissettiren duyguları tabiat ögelerini kullanarak çok değişik bir tablo çizer ve o tabloda neyi anlattığını herkes kestiremez çünkü sadece orada sıradan bir komşuluk söz konusu değildir. Asıl şiiri değerli kılan da açık görünen sözlerde kapalı derin anlatımlara yer verilmiş olmasıdır.

İHTİRA

İHTİRA

Yeni bir şey bulma türetme, vücuda getirme, getirilme manalarına gelen sözcük.
Edebi bir terimdir. Edebiyatta daha önce hiçbir şair veya yazarın kullanmadığı sözcük deyim ve üslupları tanımlar.
Birçok şair şiirlerinde bilgilerini kendi  kültür birikimini göstermek için şiirin içeriğinde anlam yüklü güzel terimler işlevli ifadelere yer verir.
Bazen bilmediğimiz bir terim olabilir yada genellikle anlama dayalı herkesin anlayamayacağı güzel anlamlar bulabiliriz. Bu ifadeler bazen anlamada zorluklar çekebilmekte olabileceğimiz ifadeler barındırsa çok yüklü manalar verse de bu işin için de olanlar için anlaşıldığı gibi zevk verici olur.
Bu şairin bilgi deneyimini gösterir ve o şairi yüceltir.
Bakalım hangi şairler ne gibi üslup güzellikleri yapmıştır.

Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum

Çok ince anlamlar barındıran bir şiirin sadece dörtlük kısmıdır.
Şiire baktığımızda sade bir ifade vardır ve  bilinmez şairin ne demek istediği bir de o yönle bakarsak nasıl bir faklı duruşu olduğunu görürüz.
Düşman dediği aslında sevilendir yani sevgilidir. Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum, derken  sevgiliye kızmaya giden aşığın kendiyle vuruştuğunu anlatır. Çünkü aşık sevdiğine kızamaz ancak ve ancak kendine kızar ona kıyamaz.

Tutar bir ah ahuyu yahularda
Kim atar kemendi kalkar divandan
Bir çağ günümüze

Aynalarda çok şey görülüptür
Yokken söylenmiş, olmadan görülmüşse
Gitmiş hepsi cümleten
Düşe kalka hasta-i gam
O hangi yollardan gelir yanımıza
                                                           Behçet Necatigil

Şiirde yapılan tenasüplere bakarsak ' ah- ahu- yahu ' derken tenasüp yok sadece aynı zamanda kök seslerine dayandığı için iştikak olabilecek yönü de vardır.
Şimdi bakalım ah-ahu-yahu derken Cinas da olduğunu görürüz.
Çünkü tek söz değişimine dayanır ve aynı sözler tekrarlanır.


Ben senin tabirinle gevşeklikten yanayım
                                                                     Oğuz Atay

Oğuz  Atay şiirinde çok ince manalara yer veriri ve mesajları açık olarak güzel ifade ve  belli noktalara değinerek vermiştir.

Neler söyleyeceklerini duyar gibi oluyorum; duymak istemiyorum
                                                                                                             Oğuz Atay

BİLİNÇ AKIŞI

BİLİNÇ AKIŞI

Kendini ifade edebilmek , nasıl ifade edebilmek herşeyin bir usturubu vardır.
Şunu kendimize soralım insan kendini ifade edebilmelidir.
Ancak bir soralım kendimize bir düşünceyi ifade edebilmek için ne kadar çok sözlerle kendini ifade ederiz. Peki ne olur şunu soralım nasıl bir üslup kullanıyoruz. Cümleleri nasıl kullanıyoruz.
Kendimizi nasıl ifade edebiliyoruz çok zor bir şeymiş gibi kendimizi ifade edemiyoruz.
Aslında kimseyi suçlayamayız çünkü kendini ifade edebilen var edemeyen var.
Bu genelde ya çekingenlikten ötürü olur yada utanırsın başkalarının yanında sesini çıkarmaya.
Sanki birileri varken olur ya sesimiz içimize kaçar ve konuşamaz hale geliriz yutkunuruz halbuki konuşsak rahatlayacağız.
İşte bilinç altında biriken bir çok şey kendimizi ifade edebilmede pek kullanılmadığında bilinç altında öyle tıkanıp kalır. Bilinç akışı bilinç altında biriken bir çok şeyin ifade de yer bulup sözden dışarı akabilmesidir.
Akışkan bir dil ,kimimiz konuşur kimimiz konuşamaz. Konuşabilmekte değişkendir çünkü konuşurken bunu iyi bir şekilde başaranlarda vardır. Bu işi çok iyi başarabilenlere ne mutlu .
Konuşmak ama nasıl?
Sözler akıp gider kendini cümlelerde ifadelere bırakır  ve  olağan dışı akışkan bir dil.
Birçok insanın yabancı olduğu taraftır bu konuşabilmek ama konuşmak dile yatkın ve sade seçkin .
Kimi anlatıyorum en çok da şairlerin dilini anlatıyorum o kadar üslup güzelliğinin görünürlüğü onlarda daha çok vardır.
Şairler o kadar kitap okuyup kendini geliştirirler ve o seçkin dil onlarda vardır.
Eserleri o dolu bilinç akışı onların bilgilerinde saklıdır.
Bilgi öğrenilerek elde edilir işte dediğim şeyde burada başlıyor.
Bilgi, deneyimlerle elde edilir konuşmak bilgi haznesi olan insanların işidir.
Konuşamamak istisnalar hariç bir çok insanın okuyamamak ve öğrenmemekten kaynaklanmaktadır.