28 Nisan 2016 Perşembe

SABAHIN ÜZERİMİZE SİNMİŞ DONUKLUĞU

SABAHIN ÜZERİMİZE SİNMİŞ DONUKLUĞU


Güne nasıl başlarız? Hangi saatte nerede ? Ne zaman ?
Bizim için fark eder mi ? Neticede zamanlama hep aynı ana denk gelir yada üzerimize düşen görevler hep aynı saatleri getirir ardından. İşe giderken, okula giderken, hastahaneye giderken, oraya buraya giderken hep ama hep erken saatlerde kalkarız.Sabahın ilk ışıkları da sokakaların arkasından gelen koşuşturan telaşlı ayakkabı sesleriyle uyanır ve güne merhaba der .Erkenden açar fırıncı amca dükkanını , sonra üzerine sinmiş bir ekmek kokusuyla dizer pencerenin önüne çıkardığı simitleri. Birazdan kuş cıvıltıları duyulur.
Gün aydınlanır, güneş açmakta zorlandığımız göz kapaklarımıza tüm gücüyle varlığını hissettirir ve güçlü bir ışık vurur çehremize.Ardından akşamdan kalan serinliğin dokunuşu iliklerimize kadar hissedilir ve her kafadan aynı sesler yükselir ve aynı duygular hissedilir.
Bu herhalde sıcacık yatağın içinde olabilme hissinin sadece bir hayalin yanılması olduğudur.
Ancak artık güne başlamışsındır her ne kadar hasret olsanda bazı şeylere.Sırasıyla önce minibüsler arka arkaya dizilmiş bir vaziyette ve yolcuları kapma yarışı içinde ki şunuda söyleyeyim o minibisleri ölümüne doldururlar hiç yer kalmıycak şeklinde.
Ardından duraklarda uzun uzun beklemekten yorulduğumuz otobüslerin bindikten sonraki akıl almaz halleri kalabalığın içindeyken havasızlıktan ölme ızdırabı.O arabalar ne kadar da boğucudur içinden kendimizi atmak isteriz adeta .Tabi bu çaresiz bekleyiş ardından umudumuzu yitirir kendi halimize döneriz.Bir de bakmışız ki herkes kendi havasında.
Cam kenarında uyuklayanlar, direğe tutunup müziğin atmosferine kendini kaptırmış gidenler,donuk donuk uzaklara bakıp , kim bilir neyin hayalini kuruyor belki güzel bir kahvaltı belki sıcacık bir yatak kim bilir belkide bir yerlere gezmeye gitme tatil hayalleri kurma  gibi birçok güzelliklerin umuduyla dalıp gidiyorlar.Hayal kurmak gene iyi de kiminin suratından meymenetsizlik akıyor bu nedir yahu ! Öyle soğuk rüzgarlar eser ki sanki araba kıyamete götürüyor.Neyseki yandaki teyzenin esnemesiyle irkilip kendine geliyorsun.O esneme öyle büyük bir esnemedir ki o ağzı eline götürene aşk olsun eline götürmek şöyle dursun açtıkça açıp ölümüne var gücüyle ciğerlerini boşaltıyor.En komiği de hemen ardından hiç olmamış gibi kafayı cama ve vücudunu hemen yanındakine sarkıtıp uyuma yani halk ağzıyla kestirme moduna giriyor. Bu ve bunun gibi nicesi hayatın bizi mecbur etmesine sebebiyet veren bir çok mecburi durumların olması bu şartları istemsiz bir şekilde yerine getiriyor.
Hani derler 'ya ekmek aslanın ağzında ' tıpkı bu söz gibi herkes ekmek peşinde bu yolların ardından umutları ve hayalleri için ilerliyorlar.Yaşamak isteyen herkes acı tatlı bu zorluklarla uğraşacak  yani kısaca peşimizi bırakmayacaktır.


YASAK !

                                         YASAK !


Erişilmesi gereken yollar vardır hedeflerin başında .
Amaçlarımız vardır hayallerimiz vardır ulaşmak istediğimiz hayaller.
Ancak bu isteklerimiz bizi ne derece etkiler . Ne kadar boyutlara çekebilir.
Bazen yanlış  olduğunu bildiğimiz yollara hiç çekinmeden saparız. Karşılaştığımız herşey olumlu yönde olmayabilir. Bunu zorlamamak en iyisidir ancak bunu yok sayanlarımız vardır. Peki insanlar neden kısıtlanır? Onların önünü kesen nedir?
Devlet ,yasa ve kural olmadan yaşamayı diretirler. Bu ne kadar doğrudur? Tartışılır elbet ancak yasak denen bir kavram hayatımızda olmasaydı nasıl bir yaşam biçimi ortaya çıkardı? Bunu bir göz önüne getirip hayal ettiğimiz de , kim bilir belki bana göre ,pek iç açıcı değil . Herkesin özgür yaşadığı bir ortam. Kulağa çok hoş gelsede bunu en çok isteyen gözü kara farklı yaşama sahip birileri olsa bile onlar için bir yerden sonra çekilmez olurdu herhalde .
Gerçi inkar etmeyelim yasaklar çiğnenmek içindir diye diretenler az değil.
Kuralları çiğneyen bir çok cezaya maruz kalan insanların varlığı, duyduğumuzda bile öfkelendiğimiz tipler haline bürünüyor.Öyleyse burda bir yanlış var. Hem özgür olmayı hem de birilerinin cezalandırılmasını istememiz doğru mu?
Yasakların çiğnenmesini istemek gibi bir lüksümüz olamaz.
Eğer önümüzde engel olmasını istemiyorsak yasaklar ,kurallar olmasın .
Hatta herkes istediğini yapsın diyebilecek birini tanıyor muyuz?
Yokluğu adına böyle bir durumdan haberdar olmasak da büyük bir kitlenin burda olduğunu düşünmüyorum açıkçası .Kulağa hoş gelmesede yasak insanların haklarını korumaya çalışıyor tabi bu benim kendi düşüncem .
Hem bu yönde düşünen yoğunluktadır tahminimce. Öyle olmasaydı devlet yasa gibi önemli kurum ve kuruluşların olması gibi bir şey söz konusu olmazdı . Varlıklarını sürdüremezlerdi.Peki bunu bildiğimiz halde ne diye yasakları aşmaya çalışırız. Bir şeyleri  yerme isteği kendimizi kanıtlama isteği özellikle gençlik hallerinde, heycanımız nedense bizi doğru düşünmekten alı koyar.
Sanırım bu yüzdendir , olgun insanlarla anlaşmanın daha kolay olduğu.Belki de sırf bu yüzden yaşımızın el verdiği bir çok şeyi sorgulamakta geri durmayız.
Zaten durmamalıyız sorgulanmalı ki ne doğru ne yanlış diye bilinmeli.


Yeri geldiğinde insan bir çok şeye dur demeyi öğrenmeli !




BİZE GÖRE SUÇLU KİM ?

                           BİZE GÖRE SUÇLU KİM ?

 
İhtiyacımız hiçbir zaman bitmez herşeyin hep daha fazlasını isteriz .
İçimizde hep şu eksik kalır.Eksik olan taraf bak bunu alayım şunu alayım yani bir şey almayınca o bizim hayatımızda özellikle de kadınların hayatında bir eksik gibi kalır.Yok efendime söylim dışarı çıktım gözüm vitrinlerde kaldı keşke alaydım şundan da alayım modunda.Her ne kadar hepsini almak istesek de  herşeyin alınmayacak bir maliyet sınırının varlığından haberdarız. Herkes kendi ihtiyacı kendi ekmeği derdinde .Dükkanlar dolup taşıyor . Esnaflar ,garsonlar gezenler tozanlar herşeyden habersiz bir cünbüştür gidiyor.
Herkesin peşinden koştuğu kiminin az kiminin çok elde edebileceğine inandığı bir ekmek kapısı vardır.Bir an kalabalığa dalmış yürürken ; göz kapaklarımın yorulduğunu hissettim ve gözüm kaldırım kenarında oturan çocuklu bir kadına ilişti, elleri açık gözleri ile bir beklenti içerisinde bakıyordu.Halinden belliydi zaten üstü başı perişan bir haldeydi üstü eskimiş ve çocuğunun üzerinde incecik bir üst, yalın ayaklı duruyordu.Gelen geçen bu görüntünün etkisinden uzak durmak istercesine yolunu değiştiriyor yada yarım kalmış sözlerine hiç görmeyerek yani doğrusu görmezden gelerek devam ediyorlardı bir haber olarak. O kadının  ve çocuğun haline üzülen belki bir yada iki parmağı geçmez ,tabi vijdanını rahatlatmak istercesine bir iki kuruş parayı önlerine atıp dik dik devam edenleri sayarsak herhalde üç dört diye arttırabiliriz.Peki onları bu hale getiren kim?
Onların bu vaziyette bu halde olmaları , dilenmeleri , aç kalmaları ve onlar gibi sokakta yaşayan niceleri hepsi ama hepsi onların suçu mu?
Niçin onların suçuymuş gibi davranmaktan vazgeçemiyoruz.Onların yerinde biz olsaydık ve aynı şeyler bize de yapılsaydı , o zaman da onlara suçlu gözüyle bakar mıydık?
O zaman cevap verilmesi gereken tek bir doğrudan söz edeyim .
Birilerinin zengin sefa içindeyken birilerinin de aç kalması ve yoksulluk çekmesi kimin suçu olabilir.Belki de şu an elimizden geleni yaptığımıza inanıp kenara çekilebiliriz.
Yeterli gördüğümüz bir sadaka bile milyonlarca aç kalan insanlar için yeterli olmayabilir.
Öyleyse yeteri kadar cömert değiliz.Gelmiş geçmiş en meşhur kalıplaşmış bir cümleyi ele alırsam ''Şansın herkese gülmediği ''gerçeğini kabullenip hayata hiçbir şey yaşanmıyormuşcasına arkamızı döndüğümüzde geride kalan bizlere göre suçladığımız ve haklı olduğumuzu düşündüğümüz binlerce haksızlığa uğramış insanın tek suçlusu ve tek sorumlusu gerçek şu ki 'biziz'  yani hepimiz.
Öylerce suçluyu uzakta aramayın gönüller cömert olmadıktan sonra...

27 Nisan 2016 Çarşamba

ŞEB-İ YELDA

                             ŞEB-İ YELDA


Acaba bilen var mı?
Şeb-i yelda ; uzun gece anlamına gelir ve birçok  anlamıyla birlikte bizim takvimdeki duruma göre şeb-i yelda 21 Arlaık  olan tarih yani en uzun gece bu tarih olarak görülmesi sebebiyle şiirlerde geçer.Ayrıca şeb-i yelda edebiyatta birçok anlama gelerek kullanılır.Arapça da karşılığı 'milad 'dır.
Bu konuyu en güzel ifade eden şiirlerden biri bu olsa gerek :

Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir,
Mübtela-ı gama sor kim geceler kaç saat
                                                                                                SABİT

Zaman kavramı batıda ilgi odağı olmadan çok önce Doğu'nun müneccimleri ve muvakkitleri tarafından ele alınmış ve gökyüzünün perdelerinden bir perde olarak sürekli bir merakla tanımları yapılmaya,ölçülüp biçilmeye çalışılmıştır.
Şeb sözcüğü Süryanice'den  Farsça'ya geçmiştir.
Arapçada karşılığı doğumdan gelen miladdır.Hz. İsa'nın doğumu ile örtüştürüldüğünde  ortaya çıkan bir tanımlama haline geliyor.İranlılar bu gecenin Mitra'nın doğum gecesi olduğuna  inandıklarından onu  Süryanice telaffuz etmeyi tercih etmişlerdir.
Mitra ,asıl itibarıyle Güneş tanrısı olarak bilinir.Kelimenin kökenine baktığımızda Mitra diğer adıyla Mihr, aryan tanrılarından birisi olarak kabul edilir.Mihr,'bin gözü ,iki bin kulağı  ve on bin koruması ' olan , Aryanların ikiye ayrılıp Hindistan' a ve İran'a yerleşmelrinden önce birlik halinde kendisine inanılan tanrıdır.Eski Farsça ve Avesta dilinde Mithra , Sanskritçe kök ile Mitra ,Pehlevice'deki 'sevgi,yemin ,güneş' anlamlarıyla varlık bulur.
Edebiyattaki manasına gelince Şeb-i Yelda sevgiliyi bekleyen aşığın geçirdiği uzun geceler olarak kullanılır.Aşık için bu geceler o kadar zor geçmektedir ki o sebeple sevgiliyi bekleyen aşığın bekleyişindeki uzunluğu anlatmak için bu terim kullanılmıştır.Gerçek anlamdaki 21 Aralık gecesi en uzun gece olması yani aşık için bu saatlerin bir türlü geçmemesi özlemle bekleyiş görülür.
Tıpkı müneccimler gibi nasıl ki münecimler fal bakar ancak her şeyi göremezler işte onlar bile bu saatin sonu ne zaman gelir bilemezler.

ZAL OĞLU RÜSTEM

                                  ZAL OĞLU RÜSTEM

Zal Oğlu Rüstem Hikayesi ;
Zal kimdir? Anlamı nedir? Neden zal denir ?
Zal , beyaz anlamında kullanılır yani saçın kaşın kirpiklerin beyaz olması.
İran edebiyatından geçmişi Firdevsi'nin  Şehname adlı eserinden bilinen Zal Rüstem'in babasıdır.
Zal , doğduğunda anasından doğduğunda saçları beyaz kendi beyaz biri olarak doğunca korkmuş. Ayrıca  halk tarafından da dışlanmış beyaz olduğu için hor görülmüş ve ailesi dayanamamış ve çocuğunu götürüp bir dağın başına bırakmış. Bu dağ efsanelere göre kaf dağı olup masallara konu oluşu ile bilinmektedir. Efsanevi bir kuş olan Simurg,  Zal 'i büyük bir itinayla bakarak besler ve büyütür. Zal Rüstem'in babasıdır. Divan Edebiyatında Zal yaşlı beyaz saçlı biri olarak tasvir edilir.Birçok şair Zal ve Rüstem'i şiirlere konu etmiştir. Özellikle Zal birçok şairin beyitlerinde görülür.
Örneğin Fuzuli'nin şiiri :
 
FUZULİ ;   Ey Fuzuli  dehr Zal'inin firirbinden sakın
                 Olma gafil er kimi depren işin merdane tut
 
Fuzuli  bu beytinde Zal'i feleğe benzetir. Tıpkı felek gibi döndüğünü söyler.
Zal Oğlu Rüstem de bir çok daha efsanevi ögelerle ön plana çıkmaktadır.
Rüstem, İran edebiyatından geçen efsanevi anlatılara göre kahraman kişiliği olan yiğit er kişidir. Rüstem pehlivan ,yiğit, kahraman biridir. Daha çok pehlivan oluşu , güreştiği kişileri yere serdiği bilinen ve daha bu zamana kadar yenilmemiş biridir.
Günümüzden alınan bir şiiri paylaşmak istiyorum ;
                                      
 ''Zal oğlu gibi bir yiğit gelmiş dünyaya 
Kafa tutmuş bir cümle alem cihana                    
Ünü yayılmış köşe bucak dört bir cihana
 Aşk olsun bu yiğitin karşısında durana''
                             
  

GÜL Ü BÜLBÜL

                      - GÜL Ü BÜLBÜL -

 
 
Gül ve bülbül hikayesi...
 
Gül hangi renktir? Tabi birçok renkleri var ancak en çok bilinen rengi genelde sevilen ve ilk akla gelen rengi kırmızı olsa gerek.
Gül birçok yerde kırmızı olma özelliği ile ele alınır.
Şiirler de ,türküler de hikaye masal gibi manzum ve mensur olmak üzere çok yönlü olarak kendini rengiyle gösterir.
Bilmiyorum acaba gülün niye kırmızı olması bu kadar değerli.
Gül sanki kırmızı oluşuyla bir başka güzeldir.Bir başka değerlidir anlamlıdır.
Gelelim anlam boyutuna,gül kırmızıdır hem de kan kırmızısı.
Has olan gülün çok kırmızılığı ile dikkat çekişi görülür.
Kan kırmızı? Niye kan? Düşünen var mı ?
Kırmızı olan kanın kimin olduğunu bilenimiz genelde meçhul.
Gülün kırmızı oluşunun efsanevi bir hikayesi vardır.
Bir zamanlar güzel bir bahçenin hem gülü hem de andelip yani bülbülü varmış.
Bülbül Gül'e öyle aşıkmış ki onun aşkından sevgizinden güzel güzel şarkılar söyler nağmeli nağmeli sevgilinin aşkı için inlermiş.
Bir gün sevgiliye yaklaşmak onu yakından görmek ister ona yaklaşır ve her yaklaşma biraz daha tehlikelidir elbet o yüzden olsa gerek Gül bunu istemez ancak Bülbül dayanamaz ve tam yanına geldim derken etinden oluk oluk kanlar akar.Gülün dikenleri Bülbülün kalbine saplanır ve ondan akan kanlar Gülün süzülen damlalarıyla Gül'e kan rengini verir ve Gül hiç olmadığı kadar kırmızı bir haldedir.Her ne kadar Bülbül acı içinde olsa da ölmeden önce o kadar mutludur ki son bir kez de olsa gülü yakından görebilmiş ve bu kadar güzel bir renkte oluşunu görebilmiştir. Gül bülbülün ona olan sevgisinden öyle güzel açar ki bülbül bunu gördüğü için çok mutludur ve vakit gelir bülbül kalbine saplanan dikenlerle gülün hemen yanında oracıkta can verir. 

ÇAH-I YUSUF

                               ÇAH-I  YUSUF

Çah-ı Yusuf , edebiyatta mana olarak Yusuf Kuyusu anlamına gelir.
Çah; zindan ,kuyu , mağara,
Yusuf'dan kasıt Hz. Yusuf Peygamber olup onun yaşadıklarından konu alınmış hayatını veren bir nev ve benzetmelerle şiirler de yer edinmiş.
Yusuf Peygamber kardeşler, tarafından kuyuya atılması yönüyle ''çah'' yani kuyu ile ele alınır ve benzetmelere tabi tutulur.
Çah ,edebiyatta birçok yönüyle ele alınır en çok da sevgilin çene çukuru olarak şiirler de görülür.Çah, yani kuyu çene çukurundan benzetme olarak şiirlerde özellikle aşık ile ön planda ortaya çıkar.
Aşık her zaman sevgiliye ve onu çene çukuruna hasrettir.
Aşık sevgilinin çene çukurunda yaşamak ister ancak bu imkansızdır.
Sadece onun hayalini kurarak yetinmeye çalışır.
Hz. Yusuf ;ay, güneş ve yıldızlarla  güzellik unsuru olarak Divan edebiyatında
yer bulur ve kuyuya atılması ve çaresiz kalışı olarak konu olur.
 
''Sanur kardeşleri çaha bırakdı Yusufı ol hod
 Görüp seyrinde ol mahı yire geçdi hicabından''
 
 Şiiri yorumlarsak ; Kardeşleri sanır ki Yusuf'u kuyuya bıraktılar halbuki o (sevgili),ay yüzlü sevgiliyi rüyasında görüp utancından yere geçmişti.
Hz.Yusuf için kardeşleri babalarına Yusuf'u kurt yedi demişlerdi.
Ve onu kuyuya atıp gitmişlerdi kıskançlık ve öfkelerinden .
Şiirde de geçtiği gibi Yusuf Peygamber rüyasında 11 yıldız, güneş ve ay görür ve Mısır'a sultan olur ve burda da o anlatılmaktadır arka planda
Yusuf Peygamber o kadar nurlu ve güzeldir ki aynı zaman da güzelliğiyle şiirlere konu olmuştur. Onun güzelliğine hasret Züleyha'ya benzetme yapılarak aşık da sevgiliye öyle hasrettir.

''Yusuf u gerçi görenler ellerini kestiler
Gün yüzün gördü Senin şakk oldu ayınayesi ''




26 Nisan 2016 Salı

SARARMIŞ MEKTUPLARIN ARDINDAN

SARARMIŞ MEKTUPLARIN ARDINDAN ...



Eskiden telefon , bilgisayar gibi iletişim olanakları yoktu.
Çünkü o zamanlar hiçbir şey gelişmemişti eldeki kaynaklar el vermiyordu.
Bu sebeple ya telgraf vardı yada mektup .
Ancak yeterli olmayan bu kaynaklar o dönemin en kurtarıcı iletişim kaynağıydı.
Elbette zamanla herşey daha iyi oldu teknoloji gelişti ve bununla birlikte birçok icatlar yapıldı ve birçok şey üretildi.
Tabi telefonu bizim ülke bulmadı yani her şeyi biz icat etmedik aksine genelde yabancı ülkelerdeki dahiler sayesinde bulunan birçok şeyi satın aldık ve bizde kullandık şimdi de buna benzer durum söz konusu yabancılar icat ediyor ve bizde satın alıyoruz gerçi bu ayrı bir konu nedense kendimiz yapmak yerine hep başkalarından alır olduk biz bu biraz hazıra konmacılık oluyor.
Sadece o da değil neden hep satın alınıyorda satılmıyor yani üretmek istersek üretiriz kaynaklar el verişli aksine tam tersini yapı hiçbir şey üretmiyoruz.
Neyse bu konu uzar gider tabii biz asıl meseleye dönelim.
Sözün kısası kaynaklar el vermediği için eski zamanlarda kullanılan en etkili iletişim aracı mektuplardı.
Mektuplar, birbirini seven iki insanın kurtarıcısı idi.
Çünkü şimdiler deolduğu gibi o zamanlar da yok gidim sevgilimi göreyim gibi bir şey söz konusu değildi.
Eskiden edep adap çerçevesi şimdiki kadar geniş değildi yani böyle durumlar hoş görülmez toplum tarafından hoş karşılanmazdı.
Sevgililer ki tabi iletişim olmadığı için ve birbirleriyle yan yana gelip konuşma gibi bir ayrıcalık da olmadığı için sevgili olduklarını bile bilmeyen aşığın gözünde öyle sanılan sevgili demeyelim de birbirine hasret sevenler vardı.
Bir çocuk oldu da bir kızı gördü bir yerde çarşıda pazar da yada arkadaşları veya akrabalarıyla dışardayken . Tabii bu olaya da pek rastlanmaz ya çünkü kız kısmı pek dışarı çıkmaz çok rastlantı hallerdir.
Zaten kızın mutlaka yüzünde peçe vardır muhtemel veya bir an olmuş da açılmıştır ve aşık onun kaşına gözüne vurulmuş bir anda birbirini seven iki insanın aşkı doğmuş olur.
Elbette bu aşıkların birbiriyle görüşmeleri gerekir o yüzden de mektuplar devreye girer.
İşte o sarı mektuplar !
O sararmış yaprakların üzerine yazılan yazılar ..
Bitmekte olan mürekkepli kalemler....
Seven sevdiğine içinden geçenleri bir bir mürekkeplerle sarı kağıtlara dökerek kendinden geçer ve gözünün önünde sevgili varmış gibi hem yazar hem de hayal alemine dalar.

 

BİR TİYATRO SAHNESİ

BİR TİYATRO SAHNESİ

Her köşesi bir sahnedir hayatın ,kimi kendini başka sahnede kimi başka sahnede görür ve edindiğimiz roller değişir tıpkı zamanla bizim değişdiğimiz gibi.

Eş, dost, akraba hatta en sevdiklerimiz bile daha fenası biz bile farklı roller içindeyiz olmadık insanlara farklı karakterlerle yaklaşırız istemsiz.
Şu bir gerçek değil mi kimse içinden geçen herşeyi söylemez ve işte büyük rol düşüyor herkese bu noktada hem olduğun noktadaki rolünü unutmayacaksın hem de edindiğin roller kendi doğrularını daha doğrusu kendi düşüncelerini doğru bir şekilde karşıdakine yansıtabilmeyi bileceksin.
Gelelim gerçek sahne pozisyonuna ve iki kişiyi baz alalım.
Konuşmacı 1 ve Konuşmacı 2 diye örnek verirsek bunun analizini nasıl yaparız ?
Yani aslında sahnede bir hayat gerçeğidir.İki kişi yada kişiler.
İzlediğinde büyük keyif alırsınız  halbuki bizim gerçek yönlerini eleştirel yada güzel bir dil üslubuyla bir oyun haline getirilmiş ve  bunları göz önünde canlandırarak bu işin somutluk kazanmış biçimidir bir nevi.
En kötüsü yada en komiği artık nasıl kulağa hoş geliyorsa bilemiycem ama tuhaf olan tarafı kendimizi anlatan yada çevremizi arkadaşlarımızı anlatan dialogların geçdiği ve kızabilecek üzülebilecek tarafların güldürür bir şekilde sergilenmesi ve bizim aslında içinde olup da kötü bulduğumuz eleştirdiğimiz tarafların gülünç olarak algılamamızda bir kaynaklık sağlar.
Bunun aksi de olabilir güldüğümüz alaya aldığımız bir çok şey sahnede bize dokunaklı acı verici hüzünlü bir şekilde tavrımız değişir üzülürüz ve yüzümüze yansır belkide güldüğümüz  bunsurları orada gördüğümüzde sinirlenebiliriz.
Ne kadar da tuhaf nasıl davranıyoruz hayatta belikide ancak nasıl seyrediyoruz ve nasıl algılayıp yorumluyoruz ?...


25 Nisan 2016 Pazartesi

HURUFİLİK ANLAYIŞI

HURUFİLİK ANLAYIŞI

Hurufilik nedir? Khelimenin kökü nedir? Ne anlama gelir?


Huruf'dan gelir Hurufilik yani harf anlamını karşılar.
Bu bir anlayış daha çok inanışdır.
Bunun hikayesi şöyledir;
 Fazlullah Hurufi adında dindar bir kimse çok inançlıymış Kuran'ın bilinmeyen yönlerini araştırırmış aynı zaman da etrafta itibar gören sevilen ibadetlerini yapan Allah adını anan bir kimseymiş ancak sonraları ne olduysa çok okumakdan olsa gerek Kuran da kendisine anlatılmak istenen bir mesaj olduğunu düşünmüş.
O kadar çok etkisinde kalmış ki gizli sırların arka planda verilen bir mesaj olabileceğini ve kendisi bunu farkettiğini sanarak bir gece etkisinde kaldığı için rüyasında sureler görür ve sonra kendisini yüksek mertebe de sanan Fazlullah Kuran da bir çok değişik yorumlara gider etrafındaki birçok insanı da etkileyerek kendini büyütür ve sapıtır işin içinden kendini tanrı görerek çıkar tabi çıkdığını sanır.
Ona göre insanın yüzünde Allah Kuran da bulunan 28 Harf ile tecelli eder ve kendisi bu harflerin üzerine 4 tane daha ekler ve kendisini 32 Harf ile tecelli ettiğini söyler.
İnancına göre yüzü ikiye bölerek 14, 14 olacak şekilde tüy olduğunu daha doğrusu sağda solda altta üstte 7, 7, 7, 7  toplamda 28 tüy olduğunu söyler.
Harflerden sesi çıkarak anlamlar yükler.
Bir dönem Nesimi'nin de inandığı anlatılır ancak doğruluğu pek yoktur lakin öyle sanılıp onu dinden çıkmış gören dönemin padişahı tarafından derisi yüzülerek öldürülür.

KASİDE YAZMA GELENEĞİ

 

KASİDE YAZMA GELENEĞİ

Kaside yazma ?

İki yönden bu sözü ele alırsam :
İlk olarak akla gelen yönü kaside yazan,yazılan, yazmak anlamlarında ;
 diğeri ise '' kaside yazma! '' yani bu işi yapma anlamına gelen yönünü günümüz açısından ele alacak olursam.

Kaside yazma divan edebiyatının önemli unsurlarından biri olup genel olarak yazılmış ve yatkınlaşarak git gide geleneksel  anlayış olarak itibar görür olmuş.
Kaside yazmak ustalık ister herkes kaside yazamaz yetenek çok önemlidir yeteneğin yoksa zaten zor,günümüzde herhalde büyük olasılıkla hiç kimse tarafından yazılmıyordur diye düşünüyorum çünkü kaside padişahlara övgü için yazılırmış o yüzden bakdığımızda bir padişah tarafından yöneltimediğimiz gibi bir övgü mahiyetinde bir şiire yazıya başvurmak gibi bir nedenimizde yoktur.
Zannedersem öyle olsa bile o dönemdeki şairler ozanlar kadar kabiliyetli insanlar olarak hem görmüyorum hem de düşünemiyorum gülünç doğrusu.
İlk olarak kolay bir iş değil.O kadar seçili kelimeleri kafiye düzeninde hem mana hem de şekil  olarak bir düzen içerisinde vermek derin manalar içinde duyguyu tam olarak verebilmek ses özellikleri sözcüklerin sıralanışı ve ölçüsü bunların hepsini yapabilmek o dönemin er kişileri tarafından ancak yapılabilir.
Nerde görülür Fuzuli gibi bir Su Kasidesi yazmak şöyle dursun yanından bile geçemez.
Hadi çok sevdiğiniz insanı güzel betimleyerek övün dersek hangimiz Ahmed Paşa'nın Padişaha sunmuş olduğu Fatih Sultan Mehmet'i övdüğü o kıymetli sözlerin yazıldığı  Güneş Kasidesini yazabilir.
Her işin ehli ayrı ayrı onlar da o işin ehli gerisine yani bizlere laf düşmez.

Dinlerken bile bize o kadar manalar verir ki...


BADE İÇME

BADE İÇME



Edebiyatta bade içme geleneği çok farklı şekillerde görülür ki ayrıca birde badeyi veren kişiler erler genelde ermişler tarafından verilişi hikmeti kime niye verildiği gibi durumlar aşikardır.
Bade birçok anlama gelir; şarap ,şerbet ,lezzetli su, mey vb. anlamlara gelir.
Bade genellikle şiirlere mısralara konu olur.Aşıklar bade diğer anlamıyla mey içerek daha çok kendilerinden geçerler ve daha çok aşık olurlar  ancak içilme sebebi daha çok sevgilinin aşk acısını ona duyduğu lakin karşılık alamadığı aşkın, ızdırabın, elemin ve kederin verdiği acıyla gönlünü yüreğindeki aşkı dindirmek için 'bade' içer.
Sevgili aşığına bade sunar aşık hep bunu ister ancak birçok kez de buna ulaşmanın hayalini kurar bununla avunur yanlız bu sadece hayaldir düş yada bir rüyadır.
Ne yazık ki bade onun acısını dindirmediği gibi bu ateşi daha çok körükler ve aşık halinden bir şekilde memnuniyetle güzel hülyalara dalar gider.

Bir diğer yandan da bade içmek bir tür dönemin eski dönem klasik edebiyatın şairleri etrafında bir gelenek haline gelmiştir.
Rüyasında bade yada onun gibi mey, şarab içdiğini gören şair o zaman aşıklık mevkisine girer ve mahlasını alır. Ancak aşık olabilmek de bir ayrı olaydır.
Çünkü herkes aşık olamaz ,olabilmesi için bir usta tarafından yetiştirilmiş olması gerekir yada rüyasında bir pir tarafından bade verilmiş olması gerekir yada üçler,beşler,yediler,kırklar tarafından verilmiş olması gereklidir.
Tasavvuf da bade aşk anlamına gelir ve bade içme genelde halk edebiyatında bir rüya motifi olarak görülür.Rüya motifi olarak rüya da içilen bade şairin mahlas almasını sağlar.
Eğer ki şair rüyasında bade içdiğini görürse o zaman ona mahlas da verilmiş olur yani mahlas alması içdiği badeye bağlı da denebilir.




24 Nisan 2016 Pazar

SÖZÜN BİTTİĞİ YER

SÖZÜN BİTTİĞİ YER

Gönül el vermiyor her yaşanan dilden çıkmaz sözler kifayetsiz kalır hayat seni farklı yönlerden binbir türlü yollara çeker sen sadece durup izlersin.
Bize sunulan bir çok şey bizden bağımsız olarak gelişir.
Her yazılan hikayenin bir sonu vardır.Belkide sonu var sanılır .
Birçok önemli kalemler vardır yani yazarlar hepsi ortak yaşananları hissedilenleri farklı renklere boyayıp değişik duygularda verir.
Yazdıkları ise bazen okuyucuya geçer bazen de verilmek istediğini tam anlamıyla veremez ve okuyucuyu sıkar kelimeleriyle ne yapsa boş artık okuyucu için sözün bittiği yerdedir.
İnsan her karede farklıdır :
Mutluyken ; O anı yaşadığında hani olur ya ,nasıl anlatsam çok güzeldi çok mutluydum, dediğin sözleri hatırlarsın yada mutluysan hava bir başka güzeldir, içinde olduğun zaman rüzgar bir başka eser hava daha farklı güzel duyguları verecek kokuları çekersin içine ,yüzünde anlamsız bir sevinç gözlerinin ise içi gülmektedir.
Tabi mutluluğun başlıkları vardır ; birini gördüğün için olabilir ,hediye aldığın için olabilir, çok sevinebileceğin bir haber almışsındır , iyi bir not, meslek yada sevdiğin güzel bir yemek yediğinde vs. mutluluğu birçok yönden ele alarak anlatabilir insan.
Mutsuzken ;Herşey gözüne kötü görünür kendine kızıyorsan hele yargılyorsan yada cezalandırıyorsan sırf üzüldüğün şey için hiçbir şeyin önemi olmaz senin için asıl kötü olan ve acı verici noktaya geliyorum biri seni kırmışsa incitmişse beklemediğin birşey yaşamışsan umudunu kırıcak bir olay yada olmadık birşey işte o zaman dünyada ki
 en mutsuz olarak kendini görürsün.
 
Bu iki duyguyu da yaşamayan insan yokdur.
Mutluyken herşey bizim yeni başlıyordur ancak mutsuzken herşey bitmişdir.
 
DUR ! DAHA HİÇBİRŞEY BİTMEDİ , SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEN BAŞLAYALIM.
                                        NASIL MI ? ŞÖYLE Kİ ...
 
Aslında biten birşey yokdur yeni bir başlangıç vardır ;
 
Daha iyisini yaşayalım diye,
Çok daha sağlam dik duralım diye,
Ayağa kalkabilmeyi öğrenelim diye,
Neyin daha çok doğru olacağına karar verelim diye,
Herşeye rağmen sözün bittiği yerde  olmaktan çok çok daha iyi bir başlangıç olsun diye ,
 
hayata sımsıkı sarılalım...
 
Aslında hiçbirşeyin bittiği yoktur ya devamı ya da daha iyisi vardır !!


AŞIK VEYSEL

                AŞIK VEYSEL

Halk ozanı
                    Anadolu İnsanı
                                                   ...
 Neden Aşık Veysel ?
Asıl adı Veysel Şatıroğlu 'dur lakabı Türk halk ozanı ,aşığı, olduğu için ,saz çalıp söyleyenlere aşık denir, kendisine Aşık Veysel denmiş.

Çocukken çiçek hastalığına yakalandığı için iki gözünü de kaybeden ozan babası tarafından oyalansın diye aldığı sazla önce başkalarının türkülerini söyleyen şair sonraları kendi türkülerini söylemiştir.

Aşık Veysel kendini o kadar güzel anlatır ki türkülerinde , o birçok şey  başarmış bilmediğimiz farkında olmadığımız güzellikleri hissederek sözlerinde türkülerinde  tercüme etmiştir.
Yüreği sızlatan o derin duyguları insanın içine akıtan türküleri ölümsüz olarak etkisini devam ettirebilmektedir.


 
 
 Aşık Veysel, o Anadolunun  bağrında yetişmiş milletine güzel hatıralar bırakmış  hüzünlü hikayeleri olan kendi halkına bırakdığı sevgisiyle yaşayan eserleriyle yaşatılan büyük bir ozan.

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM ...


BENİM SADIK YARİM KARA TOPRAKTIR...

 






GÜLHANE PARKI ...

 

20 Nisan 2016 Çarşamba

DİLLERDEN GÖNÜLLERE BİR FASIL

DİLLERDEN GÖNÜLLERE  BİR FASIL
 
Her sözün manası anlamı şairin kendisinde saklıdır. Onu bir başkası farklı yorumlar ki genelde bir çok söylenen sözün amacı da farklı farklı yorumlar  sunabilmektir. Ancak o sözde verilmek istenen başkadır bunu anlayan anlar anlamayan aklına estiği gibi yorumlar.
Burada önemli plan asıl anlatılmak isteneni doğru pencereden bakarak anlamlandırmaktır.
Bir de şu var ki insanının kendi dilini kendi kültürünü bilmesi o sözü anlamasında söylenendeki mesajı algılaması sahip olduğu geçmişle kültürle dille ilgilidir.
Şair ne güzel demiş ;
 
''Kendi dilini bilmeyen, başka dil öğrenemez.''
                                                                         Ahmet Hamdi Tanpınar
 
İlk olarak kendi dilini bilmelisin daha çok açarsak kültürünü , söz varlığını ,kendi sahip olduğun sözlük bilgini , emanet edilen atasözlerini ,deyimlerini vs. birçok şey söz konusu bunların hepsi düşünüldüğünde genel olarak dil içine girebilen unsurların hepsini bilmeli az da olsa insan nasiplenmelidir.

 
Aklın güzelliği dil ile , dilin güzelliği söz ile , kişinin güzelliği yüz ile ,yüzün güzelliği göz ile belli olur ...!
                                                                       MEVLANA
 
Şair ne güzel söylemiş anlatılanlar dil ile dilin güzelliği insanın kabiliyetindeki söz ile belli olur.
Kişi sözlerinde anlatır düşüncesinde saklı olanları dilde var olanlarla verilmek istenen daha güzel verilir şöyle ki ;
Bir atasözü der ki ' dibi görünmeyen suya girme'
 
Bence çok doğru bir laf bilmediğin anlamadığın sözü ne söyle ne de yorumla!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

FIKRALARDAN BİNBİR NÜKTE

FIKRALARDAN BİNBİR NÜKTE

Fıkralar diyince akla ne gelir ?

Ağlatır güldürür hüzünlendirir dersek doğru olur mu ?

Tabikide çok yanlış olur çünkü fıkralarda böyle özellikler görülmez .
Daha doğrusu ağlatmaz hüzünlendirmez ve  akıllarda hep güldürür tarafı gelsede aslında  amacı güldürmek de değildir.Çünkü fıkralar da hep asıl önemli taraf mesaj verme yönüdür.

Fıkralar içinde önemli nüktelere yer verir.Hayattan kıssalar önemli mesajlar verir.
Eskilerden değinmelere yer verelim .Mesela bir Nasreddin hoca fıkrası diyince herkes de yanlış bir duygu uyanır. İlk akla güldürücü tarafı gelir komiklikler falan fişman boş şeyler gelir.
Halbuki bilmemiz gereken önemli şey orada vermek istediği anlatmak istediği başka şeylerdir.

O anlatılan fıkralarda aslında  halkı uyandıran  bir düşünce farkındalığı oluşturmak istenmektedir.
Mesaj olarak bir şeyler anlatılmaktadır.Yani demek şu ki;
 ''düşündürmeye iten anlatılandan çıkarılacak mana''ya dikkat çeker.

Yemesi Kolay Olsun

Bir gün Timur'' defterdarları hesapta yanlışlık yaparlar ve Timur sinirlenir hesapları yazdıkları kağıdı onlara yedirir ve işten kovar.Sonra yanına Nasreddin Hocayı alır ancak hoca hesapları yufkanın üzerine yazar bunu gören Timur görünce haliyle sebebini sorar  Hoca da ''Yemesi kolay olsun ''der.
 
Yorum :
Bunun gibi nasreddin hoca da bir çok nükte dolu fıkralar görülür.
Fıkra da olduğu gibi Hoca oradaki yanlış yada yapılması doğru olmayan tarafı güzel bir üslupla vererek Timurun yanlış yaptığını bi nevi anlatmış olur.

Dünyada Uyananların Hali

Nasreddin Hoca bir gün rüyasında 999 altının kendisine verildiğini görür uyanır  ve devamında altını bin yapmak için tekrar uyur ancak uyandığında hiç bir tane altın olmadığını görür ve der ki ''Bu ne iş Yarabbi ahirette uyanan herşeyini önünde buluyor ama dünyada uyananın elinde hiçbir şey olmuyor'' demiş.
Yorum:
Bu fıkrada anlatılmak istenen de şu olsa gerek ;
Bence fıkrada verilen mesaj şu ki insanoğlunun dünya için verdiği çaba aslında boş elde hiçbir şey kalmıyor ve insanlar hep hayallere kapılıp rüyalara dalıyor halbuki önemli olan ahiret de ne kazandığındır .

HER DEM HİKAYELER

HER DEM HİKAYELER

Çocukluktan bu yana bir düşünün akıllardan gitmeyen ne hikayeler vardır
Eski zamanlardan dilden dile anlatıla gelmiş enfes hikayeler olduğunu görürüz.
Kışın soğukta aynı battaniyenin altında bir sıra dizilip  havaya bakarak sobanın içindeki ateşin yansımasını izlerdik ve  içimizi ısıtan o hikayeleri ne de güzel dinlerdik.
Tabi onlar ne ki , büyüklerden yani başka tabirle eskilerden birini görsek hemen tutar anlattıracak bir şeyler buluruz çünkü onların anlatacakları çokdur ve hiç bitmez .
Bizde duyduklarımızdan bir kaçını paylaşalım.



Çiçekle suyun hikayesi :
Günün birinde çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder tabi zaman lazımdır birliktelikleri için biraz beklemelidirler.
Gel zaman git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki ,mutluluktan içi içine sığmaz ve anlar ki suya aşık olmuştur.İlk kez aşık olan çiçek etrafa güzel kokular saçar.''Ey su sırf senin hatırın için saçarım '' der.Öyle olur ki suda çiçeğe aşık olduğunu sezer.Zanneder ki çiçeğe aşıkdır ancak su ilk defa aşık oluyordur ne yaptığının farkında değildir.Günler ayları kovalar ve birgün çiçek ''Su beni seviyor mu? ''diye düşünmeye başlar.Su pek ilgilenmez çiçekle ancak çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz çiçek suya ''Seni seviyorum '' der.Su ''Ben de seni seviyorum '' der.Sonra çiçek yine öyle der ve aynı cevabı alır. Çiçek bekler bekler  ve sabreder.Ama durum değişmez ve çiçek öyle bir hale gelirki etrafa güzel koku saçamaz ve son kez suya ''Seni seviyorum'' der.Su da ''Söyledim ya ben de ''diye söyler.
Çiçek zamanla sararır solar hasta olur ve yataklara düşer ve su da üzülür sevdiğinin başında bekler.Son kez çiçek bir daha suya dönerek ''Seni gerçekten çok seviyorum''der.Su dayanamaz ve doktor çağırır.Doktor ''Hastalık için elden gelen bişey yok'' der.Peki su ''Çiçeğin hastalığı nedir'' der doktor ''Hastanın birşeyi yok sadece susuz kalmış ''der.Ve o zaman su anlar ki sevgiliye sadece ''Seni Seviyorum'' demek yetmemektedir.

15 Nisan 2016 Cuma

İLK BAKIŞTA ŞİİR SONRASI ...

İLK BAKIŞTA ŞİİR SONRASI ...


Vakit şiir vakti ...


Şiir hayatımızın neresinde ?

Şiir , hayatımızın aslında görünmeyen tarafıdır.
Nasıl mı ?

Üzüldüğümüzde kafada biriken onlarca kafiyesiz karmaşık kelimelerin tek bir biçimde söylenebilir hale gelmesi ve onu defalarca tekrar ettikten sonra bütün bir parça olarak görünür kılınması bizim ustalığımız ve onun düzenli sesler olarak birbirini tamamlaması farkında olmasak da aslında bizim maharetimizdir.

En mutlu anınızda bir hayal edin ,kelimeler kifayetsiz kalır .
İşte korku dolu bir an yada çığlıklarınız bir şiirin arka plandaki haykırışları gibidir.

Hayatımızın her köşesi aslında onunla şekil alır.Bunun farkında oluruz veya olmayız.
Aslında şiir bir hayat felsefesidir baharında neşe, mutluluk ,sevinç vardır.
Kuşların cıvıltıları , mavi deniz , yeşil koca koca ağaçların yaprakları ...
Kış mevsimi bembeyaz kar örter her bir köşeyi, iliklerde soğuk hissedilir ama sobada pişen kestaneler bir başka ısıtır bizi sıcak salep hemen unutturur soğuğun dayanılmaz hissini.
Gizli saklı bir düşler ülkesidir.Her insan kendi içinde kendi dünyasını yaşar ve herkes kendi hayat hikayesini yazar o herkeste farklı ancak birçok yöndende ortaktır.

MEHMET AKİF ERSOY

                                               MEHMET AKİF ERSOY
 
 
                                                      (20 Aralık 1873-21 Aralık 1936)
 
 
 
 
Mehmet Akif Ersoy:
 
Milletimizin kadim insanı , yüce gönüllü türk askeri , kendini vatanına bayrağına adamış ulu bir insan.Hayatı boyunca milleti için fedakarlıklar yapmış yaşadığı yere kaldığı eve bakmaksızın önce arkadaşlarını milletini insanını düşünmüş kendinden çok etrafındakiler için yaşama sebebi olmuştur.
Üzerinde ince paltosuyla aldırmadan kış günü sokaklarda milletvekili olarak görev yaptığı yere koşa koşa giden  kendini soğuğu düşünmeden  İstiklal Marşını yazmak için yollara düşmüş  bir insan.
Ankara nın kanı donduran soğuğunda  beklerken yazdığı marşın karşılığında  kendisine teklif edilen parayı kabul etmez ve onu milletine armağan eder.
O karnını zor doyuran fazlasını istemeyen zar zor geçinen ama para teklifini geri çevirmiş ulu bir insandır.O insan ki öldüğünde mezar taşı bile ne zorluklarla yapılmış yokluk içinde şükürle yaşamış bir insandır.Kim derdi böyle inançlı biri şiir yazar hemde karşılık beklemeden hangi gözü aç insan onun yaptığını yapacak , yapmaz yapamaz onun gibisi bir daha geri gelmez.
 
 
 
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
 
Büyük insan, kendini milletine adamış bir vatansever.
Bayrağına , al bayrağına bağlı milletinin devletinin unutulmaz şiiri Marşını yazmış bir şair.
 
Kim onun yazdığı şiiirin bir mısrasını bu kadar içtenlikle bu kadar büyük bir samimiyetle yazabilir.
Ne bir kıta ne de bir mısra yazabilecek onun gibi biri gelir mi?
O büyük kahraman, milletinin hakkını hürriyetini bağımsızlığını düşünmüş ve  o yazdığı şiiri sahiplenmemiş milletine armağan etmiş vatanını bölünmez bir bütün olarak milletin bağrına duyurur. 
 
 
 
Mısra mısra milletinin istiklalini kurtuluşunu haykıran bir şair 'Mehmet Akif'.
Dinine müslümanlığına sahip çıkmış Türk gençliğine dininizi öğrenin öğretin diyebilen
 ULU İNSAN !
''Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var '' sözlerindede verdiği önemi belirtir.
 
 

11 Nisan 2016 Pazartesi

SAÇMA EY GÖZ EŞKDEN GÖNLÜMDEKİ ODLARE SU

SAÇMA EY GÖZ EŞKDEN GÖNLÜMDEKİ ODLARE SU ...
 
 
Bir Fuzuli Kasidesi


 Fuzuli bu güzel şiiri Hz.Muhammede duyduğu sevgiden ötürü ele almıştır.Mısraların içine serpiştirilmiş kelimeler ve bu kelimelerin derin manaları özenle seçilmiş sözler ve  bir bütün olarak kafiyesi  şiire verdiği değerin üzerindeki büyük emeğin kanıtıdır.Şair bu şiiri tam anlamıyla o kadar güzel bir bütün halinde verirki her mısra birbirinden ayrı düşünülemeyecek güzellikte ve büyük titizlikle ele alınmıştır .Şiirden bazı kesitleri ele alırsak bu dizelerden seçilmiş bazı mısralar.



 1.Beyit de anlatılmak istenenler şudur:

 'Ey göz! Gönlümdeki ateşlere su saçma çünkü içimde yanan eteşe suyun faydası olmaz.'

Şair aşk ateşiyle yanmakta.Ancak bu aşk ilahi aşk ve bu ateş manevi bir ateş.Gönlündeki  bu ateşi söndürmek için su saçmakta  ancak ne fayda gönül daha çok yanmakta.Aslında aşığın bundan şikayeti yok sevgiliden gelen bu ateşle daha çok yanmak istemekte çünkü gerçek aşıklar aşk ateşinde azalma olsun istemezler. 



13.Beyit de anlatılmak istenen:

Dostlarım! Eğer sevgilinin elini öpme arzusıyla ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin.
Şair sevgilinin yani Hz.Muhammedin  elini öpme arzusındadır.Eğer bu aşkla ölürsem öldükten sonra toprağımdan testi yapıp ona sunun ki eline ve dudağına öyle dokunmuş olayım da hayatta gerçekleştiremediğim bu arzumu öldükten sonra gerçekleştireyim ,der. 

Bu iki beyit aşığın sevgiliye duyduğu aşkın  ispatı için yeterlidir.Şair vermek istediği düşünceyi daha ilk mısradan verir ve bu ilahi aşkı o kadar güzel ele alır ki eksiksiz bir şekilde içinde bulunduğu bu durumu gönlünden geçenleri kelimelere dökerek ifade etmeye bunu anlatmaya çalışmıştır. 

İLİM İLİM BİLMEKTİR İLİM KENDİNİ BİLMEKTİR

İLİM İLİM BİLMEKTİR İLİM KENDİNİ BİLMEKTİR

'Sen kendini bilmezsen bu nice okımaktır ' demiş Yunus Emre

Nerede olursak olalalım  kendimizi bilmeliyiz. Hayat insanlara farklı şartlarda ortamlar sunar bunu olduğumuz yer neresi olursa olsun diğerleri için kendimiz hakkında ne düşünülmesini istiyorsak onlar için de öyle düşünmeliyiz.
Hani derler ya  ''Zenginim diye böbürlenme senden büyük Allah var'' diye burada kasteddiğim her açıdan zenginlik.
Nasıl? Örneklerden gidelim.Mesela ;
İlk olarak ' ilim 'sözcüğünün Yunus Emre'nin dediği üzere açarsam,şöyleki çok okuyup adam olduğunu sanma çünkü adam olduğunu sanırsın ama aslında olmamışsındır.Eğer tevazulu hoşgörülü sevecen olmadıktan sonra kendini ne kadar büyük görsen de boş.
Takındığın tavır çok önemli ve bu herkes için geçerli olduğun konum çok yüksek bir mevkide olsa tabi bunu hakkınla elde etmişsindir veye etmemişsindir fark etmez neticede bulunduğun yerde , insanları aşağılayarak kendini yücelterek bakıyorsan çevrene her ne kadar hayat şartları ve maddiyat yüzünden itibar görsende arkandan hiç de hoş şeyler söylenmiyordur.
Çok çalışkan olabilirsin çok okumuş olabilirsin ve ve dahası olabilir ama sadece kendine müslüman yani kendine faydası dokunan birisi gibi davranıyorsan kimse umrumda değil düşünüyorsan boşuna okumuş boşuna çalışmışsındır çünkü amacın sadece para ve kendi rahatlığını düşünmendir.İşte söz konusu olan da şu kendini özünü insanlığını bilmelisin ki her şey olduğu değerde olsun yoksa okuduğunda kendini yücelttiğinde boştur.
Atalarımız ne demiş ''Alçak uçan yüce konar , yüce uçan alçak konar ''demiş.Yani çok fazla yukarıda uçma kendini büyük görme insanlara aşağıdan bakma yoksa sonra çok fena yere çakılırsın ve ne olduğunu şaşırırsın.

DİNLE GÖNÜL

                  DİNLE GÖNÜL !!

Ey gönül! Dinle bak aşık neler söylüyor..

Geçmişten günümüze şimdi olduğu gibi manzum ve mensur  nazım türlerinin hemen hepsinden genel olarak insanların hayatında olmazsa olmaz olan değişmeyen ve hep devam edegelmiş tek bir konu  vardır, o konu da aşktır.
Şu konu da hem fikiriz ki her zaman için seven ve sevilen birileri olmuşur bu iki kişilik ilişkilerde.
Tabi bu aşklar sadece iki kişilik olmamıştır elbet şimdilerde olduğu gibi eskiden de platonik aşk vardır.
Bu aşk tek taraflıdır ve genelde sevilen kişinin haberi ya yoktur ya da karşılığı alınmadığı için yine tek taraflı olmuş olur.
Genelde eski edebiyatta aşık sevdiğine kavuşamaz.
Öyle ki bu tabiattaki canlı cansız varlıklara da etki eder.
Aşık ve sevgili için hayvanlar ve bitkiler üzerinden benzetmeler yapılır.
Mesela ; Aşık her zaman için sabredendir bekleyendir sevgili için kılıktan kılığa giren kendini beğendirmeye çalışan türlü oyunlar eden bir kimliğe sahiptir ve
yeri gelir türkü söyler yeri gelir sevgilinin ayağının altındaki paspas olur türlü türlü özellikler sergiler.Aşık kimi zaman bülbül kimi zaman sevgili kuyunda hapis yaşayan bir esirdir.
Sevgili ; Her zaman kendini naza çeker çok ama çok güzeldir aşkından herkesler sarhoş olur bütün güzellikler onda var olmuştur süzgün bakışlar ela ,sürmeli gözler onda uzun servi gibi boy ondadır.
Tabii birde rakib vardır oda başkadır , genelde kötü benzetmeler yapılır aşıkla sevgili arasına girdiği içi kötü türlü türlü şeylere benzetilir bazen yılandır bazen şeytandır bazen de düşmandır onları ayırır.
Aşık en çok da rakibin sevgiliyi doldurmasından korkar, rakip fesatlık ederse sevgili kendini aşıktan daha uzak tutar ve bu aşık için bir ölümdür.


ŞİİR SEVEN ŞAİR ' ÖZDEMİR ASAF'

                      ŞİİR SEVEN ŞAİR ' ÖZDEMİR ASAF'



 

              
 Şiiri seven şair o öylesine şiirlerinde ince noktalara varır ki bir başkadır onun şiirleri.
Kendisi göründüğünden çok daha farklı bir imaj çizer.Belki umursamaz görünür haliyle tavrıyla belki de tembel ağzında tüttürdüğü sigarasıyla ama o hiçbiridir.O kendini en iyi şiirlerinde ifade eder onun için en değerli sözler şiirlerde hayat bulur.

Yeni nesillerin belkide diğer nesillerin ve kimbilir çok sonrası yinede o şiirlerinden ödün vermez onun şiirlerinden almak isteyen almak istediğini alır hiçbir şey o gizli ve birçok gönüllere hitap eden derin manalar verir en kıyı köşelerinde.

Kendi çizgisinde yalnızlığında şiirleriyle hayatında kendi dünyasını oluşturmuştur.
Yalnızlığında bu gizemli ifadelerle dolu imalara yer bulmuş onları yaşamış insanların günlük hayatını düşüncelerinin duygularının nasıl ortak bulduğu taraflarını sıkıntıları bunalımları toplumların yaşamını nelerin insanlar için önem kazanıp kaybettiği gibi insan anelizlerini yaparak bunu kendi yaşar gibi mısralarında verir.




                                                       A Ş K

                                               Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin
                                               Kocaman denizlerde ender bir balık
                                               Bir ısıtır;bir üşütür;bir ağlatır;bir güldürür
                                               Sen hem bir sağlık hemde hastalık gibisin
 
 
 Değişik ifadelerle şair ifadelerinde büyük ve derin ifadelere yer verir.
 
 
 
 
  S A N A            
 
Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden,
                                               Seni öpsünler diye getiriyorum sana.
Bana, kucaklarında seni getiriyorlar;          
Ben de sonra o seni getiriyorum sana.        
   

5 Nisan 2016 Salı

MECNUN MİSALİ...

 
MECNUN MİSALİ...
 
 
 
 
Şiirin ikinci mısradaki ''Aşık-ı sadık benem mecnunun adı var'' asıl yazılışı
 
 
 
 
Bende mecnundan füzun aşıklık istidadı var
Aşkı sadık benim mecnunun ancak adı var 

Leyla ile Mecnun hikayesi ;

Birbirini seven birbiri için ölen iki aşığın hikayesidir.Anlatılır ki mecnun leylası dağları deler çöllere düşer çok ama çok zorluklar çeker sırf sevdiğini bir kez de olsa görebilmek kokusunu duyabilmek yaşadığını bilmek için.
Leyla ise bir ölüden farksızdır çünkü mecnunun aşkı içinde tutuşur öldü mü kaldı mı bilmemekte ancak hep yaşlı gözlerle mecnunun yollarını gözlemektedir.İki aşık da birbirine kavuşabilmek için zor savaşlar verir büyük badireler atlatırlar.
Bazı rivayetlere bu hikaye gerçekdir bazılarına göre ise kulakdan dolma bilgilerle söylene söylene gelmiştir.Bu aşıkların kavuşmaları da yine bazı söylentilere göre birbirlerinin hasretine  dayanamadan kavuşamadan ölmüşler kimilerine göre de birbirlerine kavuşmuşlar ve öyle ölmüşler şeklinde anlatılmaktadır. 

Fuzuli'nin şiirinde geçen  sevgili (Leyla ) ve aşık olan Mecnun hikayesi böyledir.
Gelelim şairin bunu kullanmaktaki amacına ;
Şair şiir de kendisinin o kadar çok aşık olduğunu anlatmak için onun  aşkı yanında Mecnunun Leylaya duyduğu aşk hiçbir şeydir diyerek mübalağalı bir ifade kullanır ancak her ne kadar abartı var gibi görünse de bunu çok samimi bir dille söyleyen şairin dedikleri gerçekliğe yakın olarak verilir ve bu duyguyu hissettirir yani amaç abartmak değil de gerçek gibi olduğu görülür.
Tabi bu aşk ilahi aşk mı mecazi aşk mı bilinmez.
Şiirin devamında Şirin ve Ferhada da değinir.
Genelde birçok anlatılan aşklardan daha yüce olan aşkından bahseder.